Dünyada yaşananlardan edindiğimiz en önemli tecrübelerden biri; ezilmiş halkların üzerinden söylemler geliştiren, yayınlar ve siyaset yapanların samimiyetsizliği/ ikiyüzlülüğüdür. İnsani olmayan bu davranışın tek amacı; dünyalık mal ve makamlar elde etmek adına ezilmiş sınıfları bir araç olarak kullanmaktır.
Her toplum, inanç ve ideolojide mevcut olan bu iğrenç tablo, coğrafyamızda daha net görülmekte ve okunmaktadır.
Ülke ve bölgemiz üzerinden bu tespit ve analize devam etmeye çalışırsak…
Ülkemizde üç önemli ezilen sınıfın öne çıktığına şahit olmaktayız. Bunlar; Kürt sınıfı (sorunu), fakirlik (işsizlik) sorunu ve İslamcı(lık) sınıfı (sorunu). Biri dil, diğeri ekonomik, sonuncusu ise inanç mağduru olan sınıflarlardır. Bu üç sınıf yıllardır (ara ara rahatlamalar yaşamış olsa da) ezilen, sömürülen, aldatılan ve kandırılan sınıflar olma özelliğini her dönemde korumuştur. İlginç, acı ve trajikomik olan ise bu üç sınıfı aldatan, kandıran ve ezen kişilerin, bu sınıfların içinden yani onların mahallelerinden, onların inancından ve onların kavgasını bilenlerin içinden çıkmasıdır.
A-EZİLEN FAKİR SINIF VE BEYAZ SOCULAR
Sosyal adaletten bahseden, sol yumruğunu havada ve çav bela şarkısını dillerinden düşürmeyen (solcu) bazı birey, grup, hareket, örgüt veya partiler bu fakir (işsiz) halkın hamisi olduğunu iddia etmiş ve sosyal adaletsizliği haykırma adına yayınlar yapmış, müzikler bestelemiş, siyasetler yapmıştır. Bu duruş tabi ki alkışlanması gereken insani ve haklı duruşlardır.
Bu misyonla meydana çıkmış bazı siyasi partiler de, kullandıkları duygusal ve insani söylemlerle fakir halkın (sınıfın) oyunu, desteğini almasına almış lakin (kendileri ekonomik olarak kalkınırken) ezilen bu sınıfın kalkınması adına ciddi bir uğraş göstermemiş, bedeller ödememiştir. İşsizlik sınıfına her dönem yenilerinin eklenmesi ve fakirliğin gün geçtikçe büyümesi bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bu tablonun Mide bulandıran en önemli yönü (yukarıda da belirttiğimiz gibi) fakir sınıfın hüzünlerini, hayallerini, ümitlerini ve beklentilerini, (solcu geçinen) bazıların menfi çıkarlarına bir basamak olarak kullanmasıdır. Bunlar, antikapitalist görünen ‘beyaz devrimci!’ (diyebileceğim) zengin Medya patronları, parti liderleri veya milletvekilleridir. Bu tablonun diğer acı yönü ise ezilen işçi ve fakir sınıfın, kendilerini aldatan bu ‘beyaz devrimcilerin! ‘ Şımarık, kibirli, riyakâr ve kapital yüzlerini hiç gör(e)memesidir.
B-İSLAMCI (DİNDAR, MUHAFAZAKÂR) SINIF VE BEYAZ İSLAMCILAR!
Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne inandığı dinin emirlerini hayatına nakşetmeye çalışan Müslüman halkta ezilmiş sınıfın önemli ve ciddi bir bölümünü oluşturmaktadır. Kendilerini sonradan ‘İslamcılar’ olarak adlandıran bu sınıfın yıllardır uğradığı zulümler, işkenceler, hakaretler ve ölümler de inkâr edilmeyen ayrı bir hakikat.
Cumhuriyetin kurulumundan günümüze inancını yaşamak isteyen Müslüman halka yapılan zulümlere verilebilecek örneklerden bazılarını; Harf inkılabıyla (Kuran’ın dili olan) Arapça alfabesinin kaldırılıp yerine Latin alfabesinin zorunlu olması, kılık kıyafet inkılabıyla cübbe sarık ve fesin yasaklanması, bir mektep görevi gören medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılması, bir Frenk kanunu olan ‘şapka kanununun’ çıkartılmasıyla şapka takmanın zorunlu hale getirilmesi, Kuran öğretilmesinin yasaklanması, ezanın Türkçe okunması, camilerin ahırlara çevrilmesi, Müslüman kadının şiarı olan başörtüsünün yasaklanması ve buna itiraz eden âlimlerin darağaçlarında sallandırılarak katledilmesi olarak sıralayabiliriz.
Özellikle Menderes, Özal, Erbakan ve son olarak da (bugün) Erdoğan dönemi (İslamcı, dindar, muhafazakâr) Müslüman halka ara ara nefes aldırmıştı.
Özellikle 28 Şubat 1997 (post modern askeri) Kemalist darbe, İslamcı Müslümanlara yapılan genel ve son darbedir. Bu zulümlere sessiz kalmayan bazı aydınlar, yazarlar, yayın evleri, müzisyenler ve duyarlı Müslümanlar tepkilerini yazarak, konuşarak, eserler besteleyerek ve meydanlarda haykırarak göstermiş olsa da nafile. Darbe maalesef hedefine ulaşmış ve binlerce İslamcı (muhafazakâr) vatandaş fişlenmiş, gözaltına alınmış veya görevinden atılmıştı. Nihayetinde 3 Kasım 2002 seçimi gerçekleşmiş ve İslamcı aileden ve mahalleden olan, İslamcı sınıfın kavgasını iyi bilen bir partinin iktidar olmasıyla İslamcı sınıf tekrardan derin bir nefes almış ve Kemalist darbecilere karşı adeta zafer kazanmıştı.
Ezilmiş dindar sınıfın sesi olmaya gayret gösteren ‘çiçeği burnunda ’ bu parti, başörtü sorununu (geçici olsa da) çözerek başörtülülerin kıyafetleriyle okullarda eğitim almalarını ve devlet kurumlarında çalışmalarının önünü açmış, Kuran kursları, camiler, imam hatip okullarını bolca açmış ve dindar bir nesil yetiştirme gayretine girişmişti.
2002 yıllarının ilk zamanları masum ve samimi bir siyaset güden bu parti, (öne çıkan bu özelliği sayesinde) her girdiği seçimi zafer elde ederek kazanmıştır. Doksanlı yılları bir daha yaşamak istemeyen İslamcı sınıf, bu parti ve liderini adeta bir mehdi olarak görmüş ve onlara sımsıkı sarılmıştı. Öyle ki Ezilen İslamcı sınıfın cemaatleri bile bu partinin arka bahçesi olmaktan gocunmamış ve her seçimde bu partiye oy vermeyi 'Cihat' kabul etmiş ve bir zamanlar dillerinden düşürmedikleri ‘Kalksam ve dirilsem’ gibi ezgilerin yerine artık ‘dik dur eğilme!’ gibi slogan ve söylemleri almayı tercih etmişlerdi.
Ezilen, sömürülen ve zulme uğrayan halka ‘Musa’ olmak en insani tavırdı şüphesiz. Ama ilerleyen zaman diliminde İslamcı sınıfın hamisi olan bu siyasi partinin temsilcileri iktidar sarhoşluğu yaşayarak iktidarlıklarını adeta bir ‘Emevi saltanatına’ dönüştürüverdiler. Yani zamanla dindar görünümlü ama şımarık, kibirli, ukala, tevazu ve adaletten yoksun bir hal aldılar. Anlayacağınız ezilmiş İslamcı sınıfında artık nur topu gibi bir ‘beyaz İslamcıları!’ olmuş ve hatta bu ‘beyaz İslamcılar!’ gün geçtikçe hızla büyümeye başlamıştı.
‘Beyaz İslamcı!’ demek; doğup büyüdüğü memleket veya mahallesinde yaşamanın yerine ülkenin metropol şehirlerinde yaşamayı tercih eden, kurumlarda yapılan ihaleleri takip eden, çocuklarını kurumların en önemli yerlerine getiren, hatta torunlarının geleceğine bile şimdiden yatırımlar yapan, eşleriyle devletin önemli parti ve gecelerinde ‘grand tuvalet kıyafetlerle’ bulunan, fotoğraf makinaların flaşlarını kaçırmayıp poz veren, sokaklara inen İslamcılara burun kıvıran, kendilerini eleştirenleri hain ve hasetlikle suçlayan, akraba, dost, komşu ve ahbaplarıyla aralarına mesafe bırakan ve haksızlıklara kör ve sağır olmak demektir.
Beyaz İslamcılar! Kendilerini veya iktidarı eleştiren diğer İslamcı kesimi ‘Kuytul’cu, Fetö’cü, tekfirci, Hizbuttahrir’ci… gibi yaftalar yapıştırarak onların çığlıklarına sağır kesilmişti artık. Doymak bilmeyen beyaz İslamcı! akım, dindar kesimin samimi duygularını yeri gelince riyakârca kullanarak onları menfateleri uğruna bir basamak olarak kullanmaktan da çekinmemiştir. Bu tablonun acı tarafı ‘samimi ve temiz hislere sahip’ muhafazakâr, dindar veya islamcı kesimin, ‘cuntacı dönemlere’ bir daha dönmeme adına bu aşağılamalara katlanması ve ‘beyaz İslamcı!’ akımı eleştirmemesidir.
C-EZİLMİŞ KÜRTLER VE BEYAZ KÜRTLER!
Kürt halkı da tarih boyunca ezilen, sömürülen, yok sayılan ve katledilen kadim bir halk. Öyle ki dünya tarihinde üç ayrı derinin (ırkın) tek kader de birleştiğini söyleyebiliriz. Bunlar Siyah derili, Kızıl derili ve Kürt derili insanlardır.
Kürtler; Yaşamlarına tahammül edilmeyen, dilleri yasaklanan, tarih ve kültürleri yok edilen ve böylelikle büyük bir asimilasyona uğrayan bir halktır. Genel çoğunluğu İslam dinine mensup Kürtler, İslam dininin yayılmasında büyük bedeller ödeyen kahraman ve cesur bir halktır. Fedakârlığı, vefakârlığı, haksızlığa tahammülsüzlüğü, saf ve samimi özellikleriyle bilinen Kürt halkının ayrı bir özelliği de her zaman bir liderin etrafında toplanmayı tercih etmeleridir. Bu özelliklerinden dolayı Kürtler (bir liderin öncülüğünde oluşan) birçok aşirete sahip bir topluluktur. Kürtler, mensup oldukları aşiretleri sayesinde günümüze kadar gelenek ve kültürlerini devam ettirmiştir.
Yaşadığımız bölge ve ülke üzerinden yazımıza devam etmeye çalışırsak.
Kürt halkı da özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra Kemalist sistem tarafından kandırılan, aldatılan, kullanılan ve zulme uğrayan mazlum bir halktır. Özellikle seksenli yıllara gelindiği ve 12 Eylül darbesiyle hem Kürtler ve hem de ülke açısından yeni bir tarih başlamış oluyor ve yüzlerce Kürt genci Diyarbakır cezaevinde ağır işkencelere maruz kalıyordu. Cezaevinden çıkan veya sistem tarafından aranan Kürt gençleri büyük bir intikam ruhuyla soluğu dağlarda alarak silahlı mücadeleyi tercih etmişti. Yeni bir siyasi ve çatışma sürecin başlangıcı olacak silahlı mücadele, bu tarihle beraber Kürt halkına yapılan baskıları her geçen gün daha fazla artmıştır. Özellikle doksanlı yıllarda köyleri yakılarak, işsiz bırakılarak, gözaltına alınarak, faili meçhul olaylara kurban edilen Kürtler, adeta toplu olarak cezalandırılmıştı. Sistem Kürtlere olan baskısını arttırdıkça dağa çıkarak örgüte katılanların sayısı da buna paralel olarak artmıştı. Ve o günden bugüne yani tam kırk yıldır çatışma, kan, gözyaşı ve ölüm ülke topraklarında hiç eksilmemiştir.
(Örgüt ve sistem arsında kalarak) Ezilen Kürt halkının çektiği acılara dur deme adına bazı aydınlar, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler yazılar yazmış, türküler bestelemiş ve siyasiler Kürt sorununu artık yavaş yavaş dillendirmeye başlamıştı.
Doksanlı yılların sonuna kadar Kürtler açısından süreç böyle devam ederken, İki binli yıllara gelindiğindw sürecin seyri değişmiş ve artık ülke, silahların susmasını konuşmaya başlamıştı.
ZENGİN PARTİ FAKİR KÜRT
Kürtleri temsil ettiğini iddia eden Siyasi parti bu rahat dönemde, ezilmiş Kürt halkının mazlumiyeti üzerinden siyaset yaparak hızlı pirim elde etme yarışına girmesi ( partiye mensup bazı üyelerin sonradan itiraflarıyla) de yeni dönemin ayrı bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anlayacağınız, Kim bir yerlere gelmek veya ekonomisini güçlendirmek istemişse Kürt sorununu dilinden düşürmemiş ve bu sayede belli makamları elde etmişti. Ve maalesef 'ezilen Kürt halkı' yine bir basamak olarak görülmüştü.
Bu kolaycı itibar kazanma yolu, sonradan Türk solu ve bir zamanların bazı İslamcıları tarafından da keşfedilmiş ve Kürtleri temsil eden partilerde aday olmaya hatta partinin başına geçmeye kadar uğraş göstermişti.
Bu süreçle beraber Kürt sorununa artık bir sorun olarak değil (bir daha tekrarlamak gerekirse) üzerine basılarak menfi hedeflere ulaşılmaya çalışılan bir araç olarak bazılarınca bakılmaya başlanmıştı.
İki binli yıllara kadar bu sorunu samimi bir hisle dillendiren, yazan ve sonunda ağır bedeller ödeyenlerin (İsmail Beşikçi gibileri) mirasını sonradan menfi duygulara sahip kişilerce yenilmesi çok acı ve garip.
YENİ DÖNEM VE ÜLKE PARTİSİ OLMA HEVESİ
İki binli yıllarla başlayan yeni dönemde, Kürtleri temsil ettiğini iddia eden parti yöneticileri bölgenin dışına çıkarak ülkenin geneline hitap edecek bir parti olmaya gayret göstermiş ve doğal olarak her kesimin sözcüsü olmayı kendine misyon edinmişti. Her kesimin içine LGBT’ lileri aldığı halde ne ilginçtir ki ‘İslamcı’ kesimi (sağ partilere inat) almamıştı.
6 Ekim KOBANE (bahaneli) eylemleri bunu çok iyi ispatlamaktadır. Ki bu tarih (Kürt bölgelerini ateşe çeviren, camileri ve Kuranları yakan, İslamcı dernekleri hedef alan, Kürtlerin dükkânlarını yakıp talan eden ve onlarca Kürtü katleden Kobane eylemleri) partinin hanesine kara bir leke olarak yazılacaktı.
Veya ‘bölgesel özerk yönetim’ denen yeni bir model öne sürerek (silahlı örgütün emriyle) tabanını eyleme çağıran parti, yüzlerce Kürt gencin ölümüne ve Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesine maalesef yine ön ayak olmuştu.
Kürtlerin özgürlüğü için dağlara çıkıp silahlı örgüt kuranların ve onun siyasi temsilcisinin Kürtlerin daha özgür! Olması için gösterdikleri çaba ortada.
Yeri gelmişken, buradan şu hakikati de yazmak gerekiyor. Kürtleri temsil ettiğini iddia eden örgüt ve siyasi temsilcisi, Kürt toplumunun genleriyle oynamış ve adeta onların fıtratını bozmuştu.
Örneğin; A) Kürtlerin gelenek ve kültürlerinin taşıyıcısı olan aşiretleri dağıtmış, liderlerinin itibarını yerle bir etmişti. Yok ettiği aşiretlerin yerine ise büyük bir aşiret (örgüt) kurmuş ve başına da bir lider (AtaKürt) getirtmiştir.
B) İslam inancına duyarlı ve bağlı Kürt halkını hiç bilmedikleri ve tanımadıkları ideolojilerle tanıştırarak kendi özlerinden koparmıştır.
C) Kadının (Jın) özgürlüğü bahanesiyle Kürt kadınını evinden, eşinden ve bazı değerlerinden uzaklaştırmıştır.
Özetlemem gerekirse;
masum ve mazlum Kürt halkının derdini, çilesini, özlemini bilen, aynı ırka sahip bazı kesimlerin Kürt halkının yumuşak karnını iyi tespit etmiş ve onların acılarını kullanarak malına mal katmıştır.
Bunlar, Kürt halkının içinde var olan ‘beyaz Kürtlerdir’.
Beyaz Kürtler; Kürt çocuklarının eline taş ve silahı kendi çocuklarının eline de kalem ve para verenlerdir.
Beyaz Kürtler; Eğitim ve öğretimi boykot ederek Kürt çocuklarının okula gitmesini engelleyen ama kendi çocuklarını da özel kolejlere gönderenlerdir.
Beyaz Kürtler; Kürtlerin inşaat ve gurbetlerde çalışarak geçimlerini sağladığı bir dönemde kendileri villalarda veya turistik yerlerde zaman geçirenlerdir.
Beyaz Kürtler; Kürtlerin desteği ile milletvekili veya belediye başkanı olarak seçilmiş ve bu dönemde sadece kendi yakınlarını zenginleştirenlerdir.
Beyaz Kürtler, fakir Kürt çocuklarını ölüme kendi çocuklarını da Avrupa'ya gönderenlerdir.
Hâsılı, ezilmiş sınıflar üzerinde kapitalistleşenlerin dünya görüşleri ve inançları farklı olsa da ahlaki yönden geldikleri nokta aynı.
Ama şunu unutmayalım ki; ezilmiş sınıfların duyguları üzerinde rant elde etmek isteyenler bir gün muhakkak ezilmiş sınıfların ahı altında ezilecektir.
Yorum yazarak Van Havadis Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Van Havadis hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Van Havadis editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Van Havadis değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Van Havadis Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Van Havadis hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Van Havadis editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Van Havadis değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(1)Van Kalesi... - SAYIN HOCAM .. YAZDIKLARINIZI HEPSİNİ TOPLAYIN BİR KESEYE KOYUN. BU SON YAZIYIDA DİĞER KESEYE KOYUN İNANINKİ BU SON YAZININ OLDUĞU KESE DAHA AĞIR BASACAKTIR. TEBRİK EDİYORUM . BEYAZ MÜSLÜMANLAR....ÇOK ORJİNAL BİR KAVRAM HELAL OLSUN...BİRDE ŞUDA VAR 28 ŞUBATTA YAPILAN ŞEY SİYASAL İSLAMCILARIN ANAYASAYI KALDIRIP DEVRE DIŞI BIRAKMA KORKULARI VARDI..GÜNÜMÜZE BAKTIĞINIZDA DA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ.....
Yazılan yorumlardan Van Havadis hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Van Havadis editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Van Havadis değil haberi geçen ajanstır.